25 temmuz 2011
Uzakdoğu'nun ülkeyle aynı ismi taşıyan modern ve temiz şehri Singapur.
Saat 11:30... Ve İstanbul Atatürk
Havalimanı’nda Singapur Havayolları’nın Singapur uçuşu için check-in bankosunun
önündeyim. Check-in görevlisi sempatik bayanla kısa bir sohbetten sonra biniş
kartımı alarak; Singapur’da beni nelerin beklediğini bilmeksizin pasaport
kontrolünden geçiyorum. Artık Singapur için önümde sadece 10 saatlik bir uçuş
kalmıştı… 13:10 Singapur Havayolları’nın B777-200ER tipi SQ491 sefer sayılı uçağında
yerimi alıyorum. Bagaj yükleme sorunlarından kaynaklı gecikmeyle beni
Singapur’a ulaştıracak olan uçağımız saat 13:50’de önce taxi sonrada pist başı
yapıyor. Burada kısa bir kalkış sırası beklendikten sonra uçağımız hızla
gökyüzüne – Singapur’a doğru kanat çırpmaya başlıyor. Yaklaşık 10 saat 15
dakika süren rahat ve uykusuz geçen güzel bir gece uçuşundan sonra uçağımız
yerel saat ile 05.05’de Singapur Changi Havalimanı’na yumuşak bir iniş
gerçekleştiriyor. Uçaktan çıkıp 3. terminale girince; ‘Yıllardır dünyanın en
iyi havalimanlarından biri seçilmesine’ hak veriyorum. Gerçekten son derece
temiz ve ferah bir havalimanı. Burada beklemeden küçük bir heyecan eşliğinde
alt kata inerek pasaport kontrol görevlisinin
önüne geliyorum. Görevli bayan yüzüme bile bakmadan, soru sormadan
anında pasaportuma giriş damgasını vurarak; ülkeye girişimi onaylıyor.
Artık Singapur’daydım…
Gümrüklü bölümden çıkarak danışma
görevlisinin yanında aldım soluğu. Son derece güler yüzlü - cana yakın görevli
bayandan; havalimanı – şehir ve şehir içi ulaşım ile şehir de görülmesi gereken
yerlerin detaylı bilgilerini aldıktan sonra gün doğumunu beklemeye başladım. Bu
arada şehir turunu kafamla tasarlayarak; gün doğumuna yakın metroya doğru yola
çıktım. Metroda daha önce hiçbir yerde karşılaşmadığım bir sistemle
karşılaştım. ‘Sistem üzerinden gidilecek istasyonu tıklıyorsun ve sistem ona
göre fiyat gösteriyor. Gösterdiği miktarda parayı makineye atıyorsun ve kartı
alıyorsun.’ Bu bilgiyi ülkeye gitmeden önce almıştım. Ama yaşayınca ayrı bir
tuhafıma ve hoşuma gitti. Neyse kartımı alır almaz; metroya bindim. Ve ilk
durağım olan City Hall’e doğru yola çıktım. Kısa bir yolculuktan sonra Tanah
Merah istasyonunda metro değişerek; Singapur’da yaşayan halk ile birlikte güzel
bir yolculuktan sonra ülkenin bütün metro istasyonları gibi son derece modern
ve uzay üssü gibi olan Ciyt Hall istasyonuna ulaştım.
Tanah Merah metro istasyonu
Burada zaman kaybetmeden
günün ilk ışıklarında yeni bir ülkeye – yeni bir şehre ‘merhaba’ dedim. Ve bunaltıcı
sıcağa aldırış etmeden hemen turuma başladım. İlk durağım: Raffles Place.
Raffle Palace
Burası şehrin sembolü olan Merlion
Heykeli’nin, gökdelenlerin, Esplanade’nin ve dünyanın en lüks – en güzel
otellerinden biri olarak kabul edilen Marina Bay Sands Hotel manzaralı bir
bölge. Aynı zamanda dünyanın en büyük dönme dolabı olan Singapur Flyer’da bu
bölgede. Benim olduğu gibi; şehre gelen bütün turistlerin ilk uğradığı
yerlerden birisi bu bölge.
Merlion Heykeli
Esplanade
Gökdelenler
Singapur Flyer
Zamanımın fazlalığından ve her şeyi önceden planlamanın verdiği
rahatlıkla bütün şehirde yapmış olduğum gibi burada da şehir insanının arasına
karışıyorum. Yavaş ve doya doya her şeyin tadını çıkarıyorum. Bu bölgede; Esplanade’nin mimarisine, Singapur
Flyer’in devasa boyutuna, Marina Bay Sands Hotel’in lüksüne, Merlion
Heykeli’nin sembolizmliğine, gökdelenlerin ihtişamlı yükselişlerine hayran
kalarak ve fotoğraf kareleriyle ölümsüzleştirerek; şehirde ikinci durağıma
gitmek için tekrardan City Hall metro istasyonuna doğru kısa ve son derece
keyifli bir yürüyüş yaptım. İkinci durağım: China Town.
China Town
Çok kısa bir metro yolculuğundan
sonra China Town’a ulaştım. Buranın Asya kıtasında Çin dışında ki en büyük
China Town olduğunu biliyor ve tamamını görmek istiyordum. Bunun için hızla
istasyondan çıktım. Ve etrafıma ilk baktığımda tam anlamıyla kendimi Çin’de hissettim. İlk izlenimimde sadece mimarisi bunu bana düşündürmüştü. Fakat
sokakların da yürümeye – etrafı görmeye başlayınca sadece mimarisiyle değil;
restaurantları, alışveriş mekanları, yani kısaca her şeyiyle burasının Çin’den
farksız olduğu kanaatine vardım.
Burası Çin mi acaba!!
Bunun
verdiği büyük bir keyifle; içime çeke çeke arşınladım bütün sokakları.
Sonrasında acıktığımı hissederek benim vazgeçilmezim olan McDonals’da bir
şeyler yemeye karar veriyorum. Ve ilk gördüğüm McDonals’a girerek gayet rahat bir
şekilde istediğim menüyü söylüyorum. Fakat görevli bayandan ‘şuanda kahvaltı
zamanı. 11’de kahvaltı zamanı bitiyor.’ cevabını duyunca büyük bir hüsran ve
açlıkla gerisin geri çıkıyorum. Neyse sorun değildi bu; yemek her zaman – her
yerde yenebilirdi. Fakat belki bir daha Singapur’a gelmeyecektim. Bunu bildiğim
için üçüncü durağıma gitmek için tekrardan metro istasyonuna döndüm.
Metro istasyonu
Bu ilginç
ve bir o kadarda güzel makineden kartımı alarak metroya bindim J Üçüncü durağım: Little İndia.
Sadece üç durak – yani yaklaşık 5
dakika sonra Hintlilerin küçük ülkesi olan Little İndia’ya ulaşıyorum. Burada da
zaman kaybetmeden istasyondan çıktım. Ama maalesef çıktığıma ilk anda pek
sevinemedim. Çünkü aşırı derecede ağır bir baharat kokusu büyük bir şiddetle
burnumu yakmıştı.
Little İndia
Neyse asla dönüş olamazdı. Ne olursa olsun bu küçük Hint
mahallesini gezecektim. Ve yola koyuldum. Birkaç metre sonra kendimi Çin’den
Hindistan’a gelmişim gibi hissettim. Tipik Hint evleri, baharatçıları ve
Hintlere özgü ürünler satan dükkanlar beni karşıladı. Buranında tadını çıkara çıkara gezdim ve heryerde olduğu gibi fotoğraf kareleriyle
ölümsüzleştirdim. Tam metro istasyonuna yakın bir noktada fotoğraf makinemi
otomatik ayara almış kendime fotoğraf çekerken genç bir çift beni gördü ve çok
sempatik bir şekilde yanıma gelerek; ‘biz fotoğrafını çekelim mi?’ diye
sordular. Bende teşekkür ederek makineyi kendilerine uzattım. Böylelikle buda
bende güzel bir anı fotoğrafı olarak kaldı.
Neyse sonrasında şehirde mahsur kaldığım
yer olan dördüncü durağıma gitmek için soluğu şehirde ulaşım aracım olan metro
istasyonunda aldım. Dördüncü durağım; Orchard Street.
Orchard Street
Bu sefer birazcık uzun ve arada bir
metro hattı değişerek (şehirde 4 tane metro hattı var) şehrin kalbi olan
Orchard Sokağı’nın istasyonuna ulaştım. Burada istasyondan çıkayım derken
kendimi dünyanın en büyük alış veriş merkezlerinden biri olan Ion Centre’de
buldum. Neyse sanki birazdan başıma gelecek olanı biliyormuşum gibi hemen
kendimi alışveriş merkezinin dışına attım.
İşte karşımda bir alış veriş hastası olarak cennetim diyebileceğim
Orchard Sokağı. Burası gerçekten de şehrin kalbi unvanını hak ediyor. Sağlı
sollu, küçüğüyle büyüğüyle her istek, zevk ve bütçeye göre sayısız mağazanın olduğu bir sokak. Bende
tam bir hippi edasında turlamaya ve alış veriş merkezlerinin altını üstüne
getirmeye başlıyorum. Bir süre sokakta turladıktan sonra Ion Centre’nin
cazibesinden kurtulamadığım için buraya geri dönüyorum.
Ion Centre
Buranında altını üstüne
getirmiş tam dışarı çıkıyordum ki; Singapur’da başıma geleceğini bilmeme rağmen
gelmemesini umduğum şey başıma geliyor ve şehir muson yağmurlarına teslim oluyor.
Bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu ve ben alış veriş merkezinde mahsur
kalmıştım. Aslında birçok kişi bu duruma üzülürdü. Fakat bu durum şehirde
görmeyi planladığım son iki yer olan botanik bahçeleri ve Sentosa Adası’na
gidişimi iptal ettirmiş olmasına rağmen ben üzülmek yerine mutluydum. Çünkü
Türkiye’de asla yaşayamayacağım bir şeyi yaşıyordum; muson yağmurunu izliyordum.
Uzunca bir süre alışveriş merkezinin ana
giriş kapısının iç kısmında yağmuru izledikten sonra ıslanmaya karar vererek yağmurun şiddetini azaltmasını fırsat bilerek kendimi tekrardan şehrin kalbine
bırakıyorum. Orchard sokağında fazla olmamak kaydıyla bir güzel ıslanıyorum. Ve mutlu
bir şekilde şehre ‘merhaba’ dediği yer olan City Hall’e dönmek için Ion Centre’da
ki metro istasyonuna gidiyorum. Burada kendimi modernliğin ve temizliğin
cennetinde metroya attıp City Hall'e dönüyorum.
Singapur metro
Artık açlığımı tekrardan ve bu sefer
ciddi ciddi hissediyordum. Hemen Raffles City’nin girişinde ki McDonals’da bir
şeyler alarak hızlıca karnımı doyuruyorum. Sonrasında tekrardan Raffles Place
bölgesine gidiyorum. Bu sefer sabah gitmediğim arka taraflarına gidiyor ülke
parlamentosunu ve sabah gözden kaçırdığım diğer birçok yapıyı görüyorum.
Parlamento binası
Ardından
Esplanade’nin yan tarafında oturarak bir süre sol tarafımda kalan Marina Bay
Sands Hotel’i ve sağ tarafımda kalan
gökdelenler ile Merlion heykelini izliyorum. Sonrasında da şehre ‘tekrar görüşmek
dileği ile; hoşçakal’ diyerek Singapur’a veda ediyorum.
Şehirde muson yağmuru nedeniyle
görmeyi planladığım yerlerden sadece Sentosa Adası ve botanik bahçelerini
göremedim. Ama bunun için üzülmedim – üzülmüyorum. Bunlar haricinde görmeyi
istediğim her yeri gördüm ve yapmak istediğim her şeyi yaptım. Farklı bir ülke
görmenin ve muson yağmurlarında ıslanmanın verdiği mutlulukla bir sonraki
maceram – ülkem olan Yeni Zelanda’ya gitmek üzere Changi Havalimanı’na dönüyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder