13 Mart 2013 Çarşamba

Singapur


25 temmuz 2011
Uzakdoğu'nun ülkeyle aynı ismi taşıyan modern ve temiz şehri Singapur. 

Saat 11:30...  Ve İstanbul Atatürk Havalimanı’nda Singapur Havayolları’nın Singapur uçuşu için check-in bankosunun önündeyim. Check-in görevlisi sempatik bayanla kısa bir sohbetten sonra biniş kartımı alarak; Singapur’da beni nelerin beklediğini bilmeksizin pasaport kontrolünden geçiyorum. Artık Singapur için önümde sadece 10 saatlik bir uçuş kalmıştı… 13:10 Singapur Havayolları’nın B777-200ER tipi SQ491 sefer sayılı uçağında yerimi alıyorum. Bagaj yükleme sorunlarından kaynaklı gecikmeyle beni Singapur’a ulaştıracak olan uçağımız saat 13:50’de önce taxi sonrada pist başı yapıyor. Burada kısa bir kalkış sırası beklendikten sonra uçağımız hızla gökyüzüne – Singapur’a doğru kanat çırpmaya başlıyor. Yaklaşık 10 saat 15 dakika süren rahat ve uykusuz geçen güzel bir gece uçuşundan sonra uçağımız yerel saat ile 05.05’de Singapur Changi Havalimanı’na yumuşak bir iniş gerçekleştiriyor. Uçaktan çıkıp 3. terminale girince; ‘Yıllardır dünyanın en iyi havalimanlarından biri seçilmesine’ hak veriyorum. Gerçekten son derece temiz ve ferah bir havalimanı. Burada beklemeden küçük bir heyecan eşliğinde alt kata inerek pasaport kontrol görevlisinin  önüne geliyorum. Görevli bayan yüzüme bile bakmadan, soru sormadan anında pasaportuma giriş damgasını vurarak; ülkeye girişimi onaylıyor. Artık Singapur’daydım…

Gümrüklü bölümden çıkarak danışma görevlisinin yanında aldım soluğu. Son derece güler yüzlü - cana yakın görevli bayandan; havalimanı – şehir ve şehir içi ulaşım ile şehir de görülmesi gereken yerlerin detaylı bilgilerini aldıktan sonra gün doğumunu beklemeye başladım. Bu arada şehir turunu kafamla tasarlayarak; gün doğumuna yakın metroya doğru yola çıktım. Metroda daha önce hiçbir yerde karşılaşmadığım bir sistemle karşılaştım. ‘Sistem üzerinden gidilecek istasyonu tıklıyorsun ve sistem ona göre fiyat gösteriyor. Gösterdiği miktarda parayı makineye atıyorsun ve kartı alıyorsun.’ Bu bilgiyi ülkeye gitmeden önce almıştım. Ama yaşayınca ayrı bir tuhafıma ve hoşuma gitti. Neyse kartımı alır almaz; metroya bindim. Ve ilk durağım olan City Hall’e doğru yola çıktım. Kısa bir yolculuktan sonra Tanah Merah istasyonunda metro değişerek; Singapur’da yaşayan halk ile birlikte güzel bir yolculuktan sonra ülkenin bütün metro istasyonları gibi son derece modern ve uzay üssü gibi olan Ciyt Hall istasyonuna ulaştım. 

                                        Tanah Merah metro istasyonu

Burada zaman kaybetmeden günün ilk ışıklarında yeni bir ülkeye – yeni bir şehre ‘merhaba’ dedim. Ve bunaltıcı sıcağa aldırış etmeden hemen turuma başladım. İlk durağım: Raffles Place. 
                                              Raffle Palace

Burası şehrin sembolü olan Merlion Heykeli’nin, gökdelenlerin, Esplanade’nin ve dünyanın en lüks – en güzel otellerinden biri olarak kabul edilen Marina Bay Sands Hotel manzaralı bir bölge. Aynı zamanda dünyanın en büyük dönme dolabı olan Singapur Flyer’da bu bölgede. Benim olduğu gibi; şehre gelen bütün turistlerin ilk uğradığı yerlerden birisi bu bölge.

                                                 Merlion Heykeli

                                                  Esplanade



                                   
                                                Gökdelenler

                                                 Singapur Flyer

Zamanımın fazlalığından ve her şeyi önceden planlamanın verdiği rahatlıkla bütün şehirde yapmış olduğum gibi burada da şehir insanının arasına karışıyorum. Yavaş ve doya doya her şeyin tadını çıkarıyorum.  Bu bölgede; Esplanade’nin mimarisine, Singapur Flyer’in devasa boyutuna, Marina Bay Sands Hotel’in lüksüne, Merlion Heykeli’nin sembolizmliğine, gökdelenlerin ihtişamlı yükselişlerine hayran kalarak ve fotoğraf kareleriyle ölümsüzleştirerek; şehirde ikinci durağıma gitmek için tekrardan City Hall metro istasyonuna doğru kısa ve son derece keyifli bir yürüyüş yaptım. İkinci durağım: China Town.

                                               China Town

Çok kısa bir metro yolculuğundan sonra China Town’a ulaştım. Buranın Asya kıtasında Çin dışında ki en büyük China Town olduğunu biliyor ve tamamını görmek istiyordum. Bunun için hızla istasyondan çıktım. Ve etrafıma ilk baktığımda tam anlamıyla kendimi Çin’de hissettim. İlk izlenimimde sadece mimarisi bunu bana düşündürmüştü. Fakat sokakların da yürümeye – etrafı görmeye başlayınca sadece mimarisiyle değil; restaurantları, alışveriş mekanları, yani kısaca her şeyiyle burasının Çin’den farksız olduğu kanaatine vardım. 

                                              Burası Çin mi acaba!!

Bunun verdiği büyük bir keyifle; içime çeke çeke arşınladım bütün sokakları. Sonrasında acıktığımı hissederek benim vazgeçilmezim olan McDonals’da bir şeyler yemeye karar veriyorum. Ve ilk gördüğüm McDonals’a girerek gayet rahat bir şekilde istediğim menüyü söylüyorum. Fakat görevli bayandan ‘şuanda kahvaltı zamanı. 11’de kahvaltı zamanı bitiyor.’ cevabını duyunca büyük bir hüsran ve açlıkla gerisin geri çıkıyorum. Neyse sorun değildi bu; yemek her zaman – her yerde yenebilirdi. Fakat belki bir daha Singapur’a gelmeyecektim. Bunu bildiğim için üçüncü durağıma gitmek için tekrardan metro istasyonuna döndüm.

                                                 Metro istasyonu 

Bu ilginç ve bir o kadarda güzel makineden kartımı alarak metroya bindim J Üçüncü durağım: Little İndia.
Sadece üç durak – yani yaklaşık 5 dakika sonra Hintlilerin küçük ülkesi olan Little İndia’ya ulaşıyorum. Burada da zaman kaybetmeden istasyondan çıktım. Ama maalesef çıktığıma ilk anda pek sevinemedim. Çünkü aşırı derecede ağır bir baharat kokusu büyük bir şiddetle burnumu yakmıştı. 

                                                 Little İndia

Neyse asla dönüş olamazdı. Ne olursa olsun bu küçük Hint mahallesini gezecektim. Ve yola koyuldum. Birkaç metre sonra kendimi Çin’den Hindistan’a gelmişim gibi hissettim. Tipik Hint evleri, baharatçıları ve Hintlere özgü ürünler satan dükkanlar beni karşıladı.  Buranında tadını çıkara çıkara gezdim ve  heryerde olduğu gibi fotoğraf kareleriyle ölümsüzleştirdim. Tam metro istasyonuna yakın bir noktada fotoğraf makinemi otomatik ayara almış kendime fotoğraf çekerken genç bir çift beni gördü ve çok sempatik bir şekilde yanıma gelerek; ‘biz fotoğrafını çekelim mi?’ diye sordular. Bende teşekkür ederek makineyi kendilerine uzattım. Böylelikle buda bende güzel bir anı fotoğrafı olarak kaldı.

  Neyse sonrasında şehirde mahsur kaldığım yer olan dördüncü durağıma gitmek için soluğu şehirde ulaşım aracım olan metro istasyonunda aldım. Dördüncü durağım; Orchard Street.

                                                 Orchard Street

Bu sefer birazcık uzun ve arada bir metro hattı değişerek (şehirde 4 tane metro hattı var) şehrin kalbi olan Orchard Sokağı’nın istasyonuna ulaştım. Burada istasyondan çıkayım derken kendimi dünyanın en büyük alış veriş merkezlerinden biri olan Ion Centre’de buldum. Neyse sanki birazdan başıma gelecek olanı biliyormuşum gibi hemen kendimi alışveriş merkezinin dışına attım.  İşte karşımda bir alış veriş hastası olarak cennetim diyebileceğim Orchard Sokağı. Burası gerçekten de şehrin kalbi unvanını hak ediyor. Sağlı sollu, küçüğüyle büyüğüyle her istek, zevk ve bütçeye  göre sayısız mağazanın olduğu bir sokak. Bende tam bir hippi edasında turlamaya ve alış veriş merkezlerinin altını üstüne getirmeye başlıyorum. Bir süre sokakta turladıktan sonra Ion Centre’nin cazibesinden kurtulamadığım için buraya geri dönüyorum. 

                                                  Ion Centre

Buranında altını üstüne getirmiş tam dışarı çıkıyordum ki; Singapur’da başıma geleceğini bilmeme rağmen gelmemesini umduğum şey başıma geliyor ve şehir muson yağmurlarına teslim oluyor. Bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu ve ben alış veriş merkezinde mahsur kalmıştım. Aslında birçok kişi bu duruma üzülürdü. Fakat bu durum şehirde görmeyi planladığım son iki yer olan botanik bahçeleri ve Sentosa Adası’na gidişimi iptal ettirmiş olmasına rağmen ben üzülmek yerine mutluydum. Çünkü Türkiye’de asla yaşayamayacağım bir şeyi yaşıyordum; muson yağmurunu izliyordum. Uzunca  bir süre alışveriş merkezinin ana giriş kapısının iç kısmında yağmuru izledikten sonra ıslanmaya karar vererek yağmurun şiddetini azaltmasını fırsat bilerek kendimi tekrardan şehrin kalbine bırakıyorum. Orchard sokağında fazla olmamak kaydıyla bir güzel ıslanıyorum. Ve mutlu bir şekilde şehre ‘merhaba’ dediği yer olan City Hall’e dönmek için Ion Centre’da ki metro istasyonuna gidiyorum. Burada kendimi modernliğin ve temizliğin cennetinde metroya attıp City Hall'e dönüyorum.

                                                   Singapur metro

Artık açlığımı tekrardan ve bu sefer ciddi ciddi hissediyordum. Hemen Raffles City’nin girişinde ki McDonals’da bir şeyler alarak hızlıca karnımı doyuruyorum. Sonrasında tekrardan Raffles Place bölgesine gidiyorum. Bu sefer sabah gitmediğim arka taraflarına gidiyor ülke parlamentosunu ve sabah gözden kaçırdığım diğer birçok yapıyı görüyorum.

                                              Parlamento binası

Ardından Esplanade’nin yan tarafında oturarak bir süre sol tarafımda kalan Marina Bay Sands Hotel’i ve sağ  tarafımda kalan gökdelenler ile Merlion heykelini izliyorum. Sonrasında da şehre ‘tekrar görüşmek dileği ile; hoşçakal’ diyerek Singapur’a veda ediyorum.

Şehirde muson yağmuru nedeniyle görmeyi planladığım yerlerden sadece Sentosa Adası ve botanik bahçelerini göremedim. Ama bunun için üzülmedim – üzülmüyorum. Bunlar haricinde görmeyi istediğim her yeri gördüm ve yapmak istediğim her şeyi yaptım. Farklı bir ülke görmenin ve muson yağmurlarında ıslanmanın verdiği mutlulukla bir sonraki maceram – ülkem olan Yeni Zelanda’ya gitmek üzere  Changi Havalimanı’na dönüyorum…