26 Nisan 2013 Cuma

Belgrad ve Novi Sad (Sırbistan)


Nisan 2013

Anlık bir kararla gerçekleştirdiğim Sırbistan seyahatim Trabzon Havalimanı’nda şaka gibi bir olayla başladı…   

Sabah 8:30'da Trabzon Havalimanı’nda ilkkez uçacağım Pegasus Havayolları’nın check-in bankolarının önündeyim. Görevli pasaportumda vize aramasına istinaden ‘Belgrad’a gitmek için vize gerekmediğini’ söylüyorum. Fakat görevli pasaportumdaki Yeni Zelanda vizeme bakarak Belgrad’ın Sırbistan’da değilde Yeni Zelanda’da olduğunu düşünerek vize kitapçığında Yeni Zelanda’nın vize isteyip istemediğini bakması havayolu check-in görevlilerinin işlerinden bir haber olduğunu gösteriyordu. Tabi check-in görevini yaptığı havayolunun uçtuğu ülkeleri bilmemeside ayrı bir trajedi!! Bu durumda acınacak hale gülümseyerek  Belgrad’ın Yeni Zelanda’da değilde Sırbistan’da olduğunu söylememden sonra görevlilerin işlerinden bir haber olma durumlarını çevirmek için ‘biz Yeni Zelanda vizesine öylesine bakıyoruz’ tarzı söylemleri beni bir kere daha güldürüyor…

 Neyse bu şaka gibi olaydan sonra biniş kartlarımı alıyor ve  önce İstanbul’a ardından da 14:55’de kalkan ve yaklaşık 1 saat 20 dakika süren güzel bir uçuştan sonra Belgrad’da ki Nikola Telsa Havalimanı’na iniyorum.  


Sorgusuz bir şekilde pasaport kontrolünden geçerek gümrüklü alandan çıkıyorum. Ardından hemen sol taraftaki döviz bürosundan bir miktar para bozarak (1 euro 110 dinar) üst kata terminal 2 denilen yerin önüne çıkarak otobüs beklemeye koyuluyorum. Kısa bir bekleyişten sonra 72 numaralı otobüs  geliyor. Ön kapıdan binerek şoföre 170 dinar (3,5 lira) ödüyorum. Otobüs yeni şehirde neredeyse girmedik sokak bırakmayarak yaklaşık 45 dakika sonra Sava Nehri’nin diğer tarafını kaplayan eski şehre geçiyor. Köprüyü geçtikten sonra ilk durakta (bir sonraki durak hattın son durağı olan Zeleni Velac) inerek yaklaşık 5 dakika yürüyüşten sonra kalacağım yer olan Hostelche Hostel’e varıyorum. Biraz dinlenmenin ardından kendimi dışarı atarak önce 2-3 dakika yürüme mesafesinde olan Kalemegdan’a gidiyorum. Burada Sava ve Tuna nehirlerinin birleştiği yeri gördükten sonra Sava Nehri’nin üzerinde bulunan Brankov Most Köprüsü’nden geçerek şehrin en büyük alışveriş merkezi olan Usce’ye gidiyorum. 

                              Sava ve Tuna nehirlerinin birleştiği yer.

                                        Usce alışveriş merkezi

Biraz alışverişten sonra dünyanın neresi olursa olsun vazgeçilmezim olan McDonalds’da bir şeyler yiyerek tatlı bir yorgunlukla hostele dönüyorum. Rahat bir uykudan sonra sabah erken uyanıyor ve eski şehrin görülesi yerlerini keşfetmek için hostelden çıkıyorum. İlk durak şehrin simgesi ve Balkanlar’ın en büyük Ortodoks kilisesi olan St. Sava var. Tarihi ana tren istasyonu ve insanlara  ibret olsun diye restore edilmeyen Nato’nun bombaladığı savunma bakanlığı binalarının önünden geçerek Slavija Meydanın’na varıyorum.

                                        İşte savunma bakanlığı binası

        
                                                  Slavija Meydanı

 Ardından da St. Sava Katedrali’nin bulunduğu meydana gidiyorum. Tüm ihtişamı ile ziyaretçilerini selamlayan bu görkemli katedralinin etrafında biraz zaman geçirdikten sonra içerisine giriyorum. 

                                             St. Sava Katedrali 

Fakat içerisi halen inşaat halinde olduğu öyle bir bakınıp çıkıyor ve tekrar Slavija Meydanı’na dönerek bu sefer meydanın diğer tarafından şehrin en büyük ikinci katedrali olan St. Mark’s Kilisesi’ne gidiyorum. 

                                            St. Mark's Kilisesi 
                
Bu kilise aynı zamanda şehrin gençlerinin gece – gündüz zaman geçirdiği ve insanların dinlendiği büyük bir parkın yanında yer alıyor. Benim gibi burada veya şehrin her yerine yayılmış onlarca parktan birinde dinlenebilirsiniz. Kısa bir dinlenmeden sonra ülke parlamentosu ve başbakanlık binasının önünden geçerek şehir merkezi olarak kabul edilen Cumhuriyet Meydanı’na varıyorum. 

                                           Parlamento Binası

Sırbistan Ulusal Müzesi ve ulusal tiyatro binası da Cumhuriyet meydanında yer alıyor. 

                                                Ulusal müze

                                        Ulusal tiyatro binası

Meydan da oturmuş güneşin tadını çıkarırken gelen çello  sesine kula veriyor ve sesin geldiği yer olan şehrin ana caddesi Knez Mihajlova’ya yürüyorum. Burada mükemmel bir gösteri izledikten sonra Knez Mihajlova Caddesi’ni adımlamaya başlıyorum. 

                                       Knez Mihajlova Caddesi

Burası İstanbul’un İstiklal Caddesi konseptinde; sağlı sollu mağazalar var. Fakat çok daha düzenli ve temiz. Caddeyi bir ucdan diğer uca yürüdükten sonra hemen caddenin sonunda yer alan Kalemegdan’a giderek surların üzerinde güneşin batışını izliyorum. Bu eşsiz andan sonra bu seferde gece fotoğrafları çekmek için şehri tekrar turluyorum. Ardından da tatlı bir yorgunlukla hostele dönüyorum. Tatlı bir uykudan sonra bu sefer yeni şehri ve Zemun’u gezmek için erkenden uyanıyorum. Kahvaltı sonrası kendimi yine dışarı atıyor ve önce Sava nehri kıyısında biraz yürüyüş yapıp 

                  Sava Nehri kıyısında insanların spor yaptığı ve keyif yaptığı 
                           onlarca kilometre uzunlğundaki yoldan bir kesit

ardından da Usce alışveriş merkezinin hemen yanındaki eski bakanlıklar şimdiki otel olan binanın önünden geçerek yeni şehirde geziniyorum. Sonrasında da Janos Hunyadi’s Kulesi’ni görmek için yola koyuluyorum. Şehir insanının yaşantısına daha yakından şahit olduğum uzun bir yürüyüşten sonra hedefime varıyorum.

                      Zemun'a giderken yol üzerinde ki küçük restaurantlar.

                                          Janos Hunyadi's Kulesi

 Küçük bir tepenin üzerine kurulmuş kuleyi ve arka tarafındaki mükemmel şehir manzarasını gördükten sonra akşam olmasından dolayı eski şehre geri dönüyorum. 

Ertesi gün sabah tren istasyonuna gidiyorum. Burada saat 10 treni ile yaklaşık bir buçuk saat süren rahat bir yolculuktan sonra Sırbistan’ın en bilinen ikinci şehri olan Novi Sad’a varıyorum.

                                       Novi Sad tren istasyonu   

 Burası Cumhuriyet Meydanı’nda ki St. Mary  Kilisesi ve Tuna Nehri kıyısındaki Petrovaradin Kalesi ile turistleri kendine çeken küçük bir şehir. Zaman kaybetmeden hemen tren istasyonundan çıkarak istasyonun önünden başlayıp Tuna Nehri’ne kadar uzayan Oslobodenja Caddesi’nde yürümeye başlıyorum. Burası şehrin en geniş ve büyük caddesi. Sağlı sollu alış veriş mağazaları ile dolu. Hatta şehir merkezine doğru giderken sağ tarafta çok şık bir Türk baklavacısı bile var. 

                                  Novi Sad'da bir Türk baklavacısı :) 

Bir süre bu caddede yürüdükten sonra sağa – Jevrejska Caddesi’ne dönüyorum. Kısa bir cadde olan burası beni Cumhuriyet Meydanı’na ulaştırıyor. Hemen meydanda yer alan McDonalds’da bir şeyler yedikten sonra aşırı sıcakta meydanda biraz zaman geçirip St. Mary Kilisesi’nin fotoğraflarını çekiyorum. 

                                              St. Mary Kilisesi 

                                             Belediye binası 

Ardından da kilesenin sağ tarafında ki kafelerle dolu yoldan yürüyerek sağa dönüyorum. Burası renkli ve tarihi evleri ile çok güzel bir görüntüsü olan Dunavska Sokağı.

                                             Dunavska Sokağı 

 Bu güzel sokaktan ve sokak bitimindeki Dunavski Parkı’ndan geçerek Tuna kıyısına çıkıyorum. Amacım nehrin diğer tarafındaki Petrovaradin Kalesi’ne gitmek.


                                    Tuna kıyısında Petrovaradin Kalesi 

 Bunun içinde Varadin Köprüsün’den geçerek nehrin diğer tarafına varıyorum. Fakat daha bitmedi; o sıcakta birde kaleye çıkan yolu tırmanmak gerek. Bende sıcağın altında pek kolay olmayan bir şekilde tırmanarak kaleye varıyorum. Burası içerisinde bir saat kulesi, iki kafe ve birçok otel olan oldukça büyük bir kale. 

                                                  Saat kulesi

Zaman kaybetmeden şehre bakan bir noktaya giderek biraz dinleniyorum. 

                           Kaleden Varadin Köprüsü ve şehir manzarası 

Ardından da kaleyi gezerek şehre dönüyorum. Görmek istediğim yerleri gördüğüm için tren istasyonuna gidiyor ve ilk trenle Belgrad’a dönüyorum. 

Erken uyumanın ardından dönüş günüme erkenden uyanıyorum. Kahvaltı sonrası zaman kaybetmeden her şehirde olduğu gibi buradan da magnet ve üzerinde şehrin ismi yazan bir eşya almak için dışarı çıkıyorum. Ayrıca benim için bir ilkide gerçekleştirecektim; bir arkadaşıma kartpostal yollayacaktım. Dışarı erken çıkmış olduğumdan dolayı ne Knez Mihajlova Caddesi’nde ki nede Kalemegdan’da ki hediyelik eşya satan yerler açılmamıştı. 

                                Knez Mihajlova'da ki hediyelik eşya 
                                      dükkancıklarından birkaçı 


                           Ressamlar eşsiz eserlerini Knez Mihajlova'da 
                                              alıcılarına sergiliyor

Biraz gezinip zaman geçirdikten sonra açılan ilk yerden almak istediklerimi alarak arkadaşıma kartpostalını yolluyorum. Böylelikle şehirde istediğim her yeri görmüş ve istediğim her şeyi yapmış olarak hostele dönüp hazırlanıyorum. Sonrasında da geldiğim gibi otobüsle havalimanına dönerek Sırbistan macerama noktalıyorum.

Avrupa'da kısa bir tatil yapmak istiyor; fakat vize ve evraklarla uğraşmak istemiyorsanız Sırbistan kesinlikle bu tatil için güzel bir alternatif olacaktır. Vize gerekmeyen ve Avrupa standartlarında ki Sırbistan misafirlerini bekliyor.


Birkaç not;
       
             -- Nikola Telsa Havalimanı’ndan şehre belediye otobüsleri ile ulaşıldığı gibi Türkiye’de ki havaş tarzı bir firmanın otobüsleri ilede ulaşılabiliyor. Belli aralıklarla otobüsleri var. Fiyatları 300 dinar ve ana tren istasyonunun önünden geçerek Slavija Meydanı’na gidiyor.
        
        -- Belediye otobüsleri ve tramvaylar gece geç saatlere kadar şehrin her yerine çalışıyor. Her iki taşıta da ister ön ister arka kapıdan binebiliyorsunuz. Ve ücretsiz olarak yolculuk yapabiliyorsunuz. Parasını verip vermemek sizin insiyatifinize kalmış.
         
        -- Otobüs terminali ana tren istasyonunun hemen yanında. Sırbistan’ın her yerine ve Avrupa’nın birçok şehrine otobüs var.
            
              --  Aynı şekilde Sırbistan’ın her yerine ve Avrupa’nın birçok yerine direk trenlerde var.
       
      -- Ülke içi trenlerde fazla lüks beklememek gerek. Trenin bağlı olduğu firmaya göre aynı şehre bile fiyatlar değişiklik gösterebiliyor.
         
         -- Pizzaları çok lezzetli. Genelde pizzalar 4 veya 6 ya bölünüyor. Bir dilimi 80 veya 100 dinara satılıyor. Ve karın doyurucular.
-         
         -- McDonalds şehrin her yerinde var. Orta boy bir menü 425 dinar yaklaşık 9,5 lira. Şehirde en pahalı yeme yerleri McDonaldslar.
           
                --   Alış veriş severler için Usce doğru bir yer. Dünyanın birçok ünlü markasının şubesi burada bulunuyor. Ayrıca Knez Mihajlova Caddesi’de alışveriş severler için iyi bir seçenek.

       --İnsanları son derece yardımsever. Özellikle gençlerinin çoğu çok iyi olmasa da İngilizce biliyorlar. 

8 Nisan 2013 Pazartesi

Erivan (Ermenistan)


Aralık 2012

Sıcak kanlı ve iyi insanların şehri Erivan.


‘Tiflis'e kadar gelmişken birde Ermenistan’a gideyim.’ diyerek 55 lariye biletini aldığım iki günde bir, ayın tekli günlerinde olan Erivan trenindeki yerimi alıyorum. Şansıma 4 kişilik kompartman da iki kişiyiz. Diğeri Ermeni ve bir kelime bile ingilizce bilmediği için gümrük geçişine kadar biraz uyuyorum. Yaklaşık 2 saat  sonra trenimiz Gürcistan’ın Sadakhlo şehrinde duruyor ve gümrük polisleri bütün pasaportları  topluyorlar. Yaklaşık yarım saat civarında bekleyişten sonra ülkeden çıkış damgaları vurulmuş bir şekilde pasaportlarımızı geri dağıtıyorlar. İlk gümrük işlemleri bittikten sonra trenimiz hareket ederek yaklaşık yarım saat sonra bu sefer ikinci gümrük yani Ermenistan gümrüğü için Ayrum şehrinde duruyoruz. Burada Gürcistan gümrüğünden daha sıkı bir gümrük ile karşılaşıyoruz. Aynı şekilde gümrük görevlileri herkesin pasaportunu toplayıp iniyorlar. Fakat  ben ve trendeki  diğer yaklaşık on turist daha Gürcü veya Ermeni pasaportu taşımayan herkese yapıldığı gibi bir polis eşliğinde trenden inip istasyonda gümrükten geçip ülkeye girişimiz onaylanıyor.  Tam her şey bitti derken bir grup polis ellerinde fenerlerle gelip her şeyi didik didik inceliyorlar. Buda gümrükte bir saatten fazla beklememize neden oluyor. Neyse bütün aramalar ve gümrük işlemleri bitiyor ve gecenin yaklaşık birinde hareket ediyoruz. Ben ve diğer bütün yolcular uykusuz ve yorgun bir şekilde kompartmanlara çekiliyoruz. Gümrük işlemleri dahil yaklaşık 9 saat süren yolculuktan sonra Erivan’a varıyoruz. 

                                               Tren İstasyonu

Gecenin içinde buz gibi bir havada ‘merhaba’ diyorum bu güzel şehre. Henüz hava aydınlanmadığı için amacım havanın aydınlanmasına hatta saat 9’a kadar burada bekleyip sonra buz gibi havaya rağmen şehir merkezine gitmek. (Bu arada bir durağı istasyonun altında olan küçük bir metro hattı var şehirde. Yürümek veya taksiye binmek istemeyenler metroyu kullanabilirler.) Fakat taksicilerin bitmek bilmeyen ısrarı ve soğun etkisiyle hava aydınlandıktan kısa bir süre sonra çantamı sırtlanarak yola düşüyorum. Sabahın ilk ışıklarında hemde o soğukta beni sırt çantasıyla gören yerlilerin ‘bu delinin bu havada burada ne işi var.’ dermişçesine bakışlar eşliğinde yaklaşık yarım saat Tigran Metz Caddesi’nde yürüyerek şehir merkezinin hemen girişinde olan hostelimin bulunduğu  Khanjyan Sokağı’na ulaşıyorum. Burası aynı zamanda şehirdeki gece hayatının merkezlerinden birisi. Her isteğe hitap eden onlarda gece klubü ve barı bu sokak üzerinde yer alıyor. 

                                          Onlarca bardan biri

Bu onlarca gece clubünün önünden geçerek bir apartmanın son iki takında dublex bir ev şeklinde olan Rafael Hostel’e ulaşıyorum. Burası son derece temiz ve sıcak biryer. Kapıyı benim zile basmamla uyanan genç bir çalışan açıyor. Çok sıcak bir karşılamadan sonra check-in saatini beklemeden odaya yerleşebileceğimi söyleyince hemen odaya – yatağıma kuruluyorum. Meğerse hostelde benden başka kimse kalmıyormuş. Ben giriş yaptığım gün biri benim odama ikisi farklı odaya olmak üzere 3 kişi daha geliyor hostele. Neyse kısa bir dinlenme sonrası hemen kendimi dışarı atıp hostele 10 dakika yürüme mesafesinde olan ve şehrin merkezi sayılan Cumhuriyet Meydanı’na giderek şehri gezmeye başlıyorum. Noel olduğu için meydanın tam ortasında dev bir noel ağacı tüm güzelliği ile boy gösteriyordu.

                                         Alıp eve getiresim geldi :) 

 Biraz meydanda zaman geçirdikten sonra konser merkezinin sol tarafındaki sokaktan opera binasının önüne gidiyorum.

                                           Opera binası 

 Burada küçük bir noel pazarı ve gösteriler yapan grupların tadını çıkararak biraz şehri turluyorum. Akşam üstü opera binasının önünden geçen şehrin alışveriş caddesi Tumanyan Sokağında’ki Mamma Mia Pizzada afiyetle koca bir pizza yiyerek soğuk havanın etkisiyle erkenden hostele dönüyorum. 

                                               Mamma Mia

Bu arada Erivan’da Pizza Hut ve KFC hariç hiçbir fast food zincirinin restaurantı bulunmuyor. 

Hostelde rahat bir geceden sonra sabah erkenden uyanıyor ve güzel bir kahvaltı sonrası hostelin iki gecelik parası olan 24 euro karşılığı olan yaklaşık 13 bin dram’ı görevliye vererek kendimi dışarı atıyorum. (Bu arada 1 EUR - 544.00 AMD, 1 TRY – 234.1 AMD yapıyor. Şehirde fazla olmamakla birlikte döviz ofisleri var. Bunun dışında birçok eczanede döviz bozma yerleri var.)  Dışarı adım atmamla buz gibi havanın yüzüme vurması bir oluyor. Soğukluk -10 derecenin altında. Ciddi anlamda donulabilecek bir durum. Ama durmak yoktu. İlk olarak hostelimin olduğu Khanjyan Sokağı’nın başındaki St. Gregory Katedrali’ne gidiyorum. 

                                        St. Gregory Katedrali 

Burası şehrin ve ülkenin en büyük katedrallerinden birisi. Burayı gezdikten sonra şehri gezinmeye devam ediyorum. Ara sokaklara, hiçbir turistin özellikle gitmediği yerlere gidiyorum. Her adım, her sokak bana bu şehirde yaşayan ayrı bir yaşamı gösteriyor. Şehirde çok fazla turistik yer olmamasına rağmen ara sokaklar insana çok şey sunuyor. Bütün günü böyle gezindikten sonra şehrin kalbi olan Cumhuriyet Meydanı’nda bir süre oturup insanları izliyorum.

                                Işıklar içerisindeki Cumhuriyet Meydanı

 Ardından da yine Mamma Mia pizzaya giderek enfes pizzalarından yiyip ikinci ve son gecem için hostele dönüyorum. Sabah yine erken bir uyanma ve güzel bir kahvaltı sonrası bu sefer her zaman güler güzlü olan çalışanlarla biraz sohbet ediyorum. Bunu birazda dışarıdaki soğuk havayı düşündüğüm ve şehirde bir iki yer haricinde görecek yer kalmadığı için yapıyorum. Öğlen hostelden çıkarak Tiflis’e dönüş biletimi almak için tren istasyonuna gidiyorum. Fakat bütün bilet satış ofisleri kapalı ve bilgilendirme yazısı sadece Ermenice olduğundan bir şey anlamadığım için yazının kopyasını alıp hosteldeki görevli kıza çevirttiriyorum. 

                                        Anlayabilene tebrikler :) 

Ardından da açılış saatinde tekrar istasyona giderek biletimi alıyorum. Bilet satış ofisleri bekleme salonunda yer alıyor. Ve duvarda 4 sınıftan oluşan trende hangi sınıfta kaç yer kaldığı ve fiyatını gösteren bir ekran yer alıyor. Buradan bakarak önceden yerinizi belirleyin. Çünkü her halukarda görevli İngilizce bilmediği için size ekrandakinin aynısını elinde bir kağıt üzerinde gösterip istediğini sınıfı belirtmenizi isteyecek. İstediğiniz sınıfı belirttikten sonra pasaportunuzla birlikte istediğiniz sınıf fiyatını ödeyerek biletinizi alıyorsunuz. (Bu arada Erivan’dan Tislis’e aynı Tiflis’ten Erivan’a olduğu gibi iki günde bir ayın tekli günlerinde tren var.) Neyse biletimi alarak bu sefer Soykırım Anıtı’na doğru uzunca bir yola koyuluyorum. Yol uzun ve hava soğuk. Ama fotoğraf çekerek gitmek havanın soğukluğunun etkisini biraz azaltıryor. Uzunca bir yürüyüşten sonra şehir futbol stadyumunun yanından geçerek bir tepenin üzerine kurulu olan Soykırım Anıtı’na ulaşıyorum. Burası Ermenilerin Türklerin kendilerine yaptığını söylediği soykırıma istinaden yapılmış bir anıt. Anıta ulaştığımda benden başka kimse yoktu etrafta. Bende kısa bir gezinmenin ardından tepeden inerek anıtın karşısında yer alan ve galiba şehrin tek alışveriş merkezi olan Dalma Garden Mall’a gidiyorum. Burada biraz alışveriş yaptıktan sonra şehir merkezine dönüyor ve St. Gregory Katedrali’nin karşısındaki şapka ve noel pazarını geziyorum. 

                                        Şapkaya gel şapkaya :) 

                                         Noel pazarı

Ardından da hostele dönüp sırt çantamı alarak erkenden tren istasyonuna gidiyorum. Ve tam saatinde gece 10’da hareket eden trenle bu güzel ve sıcak kanlı insanların şehrine veda ediyorum.

VİZE;
Türkiye’nin Ermenistan ile diplomatik ilişkileri olmadığı için Türk vatandaşları vizeyi 10 dolar veya 300 AMD karşılığı sınırdan alabiliyorlar. Fotoğraf veya başka bir evrak gerekmiyor. Soru bile sorulmadan parayı alıp vizeyi pasaportunuza basıyorlar.

TÜRKLERE KARŞI TUTUM;
Şunu çok rahat söyleyebilirim ki; Ermeniler Türkiye’de söylendiği gibi Türk karşıtı ve Türkleri sevmeyen bir millet değil. Aksine tam tersi hiç kimse Türksün diye ters bir tepki vermiyor veya herhangi bir şey söylemiyor.  İnsanları çok sıcak kanlı ve yardım severler. Bu ülkede kaldığım 3 gün boyunca her fırsatta Türk olduğumu dile getirmeme rağmen herkes güler yüzlü ve sıcak kanlı davrandı. Yardım etmek için ellerinden geleni yaptılar.

Pek turistik bir yeri olmasa da sıcak kanlı insanların olan bu küçük ülkenin güzel başkenti Erivan gidilmeye değer. 

Tiflis (Gürcistan)

aralık 2012

Kafkaslar’ın ışıklar içerisinde parlayan güzel şehri.

     Aralık ayının sonuna yaklaşırken uzun yıllar sonra noel zamanında Türkiye’de olmamın da verdiği etki ile yurt dışına çıkmak ve noelin yaşandığı bir yerlere gitme isteği doğdu içimde.  Kısa bir karar aşamasından sonra Trabzon’a en yakın şehirlerden biri olan Tiflis’e gitmeye karar veriyorum.  Hemen 50 lira olan otobüs biletimi alıyor ve sırt çantamı hazırlayarak soluğu otogarda alıyorum. Akşam 8’de hareket etmesi  gereken otobüs yaklaşık yarım saatlik gecikmeyle hareket ediyor. Yaklaşık 15 – 20 yolcu var ve şansıma benim yanımda Japon bir bayan oturuyor. Hemen konuşmaya başlıyorum. Konuşma ilerledikçe aynı yaşta olduğumuzu ve yaklaşık 11 aydır dünya turunda olduğunu öğreniyorum. Peki “Trabzon’a gelme nedeniniz nedir?” diye sorduğumda; “İran vizesi almaya geldim” yanıtını alıyorum. Açıkcası  Amerika, Avrupa ve diğer bütün gelişmiş ülkelere vizesiz girebilen Japonların İran’a girebilmek için vize almak zorunda olmaları beni şaşırtıyor. Neyse güzel bir sohbet eşliğinde yaklaşık 3 saatlik bir yolculuk sonrası Sarp sınır kapısına varıyoruz. Burada Türk sınırından geçtikten sonra otobüsten sırt çantalarımı alarak Gürcü sınırına gidiyorum. Tekbir soru dahi sorulmadan kolayca Gürcistan’a giriş yapıyorum. 
Ve hemen karşıdaki döviz ofislerinin birinden bir miktar ‘lari’ alıyorum. Lari ile lira arasında pek bir fark yok. 1 lari yaklaşık 1.2 lira ediyor. Para bozdurma sonrası otobüse binerek yola devam ediyoruz.  Zaman zaman kar yayışı eşliğinde yerel saat ile sabah 9 sularında Tiflis’e varıyoruz. 

                          Şehire vardığımda havanın durumu buydu.

Tiflis otogarı şehir merkezinin biraz dışarısında ve 9 numaralı sarı minibüs ile şehir merkezi sayılan Freedom Square(Özgürlük Meydanı) gidebiliyorsunuz. Fakat ben her yerde olduğu gibi araç kullanmaktansa şehri yaşayabilmek adına buz gibi havaya rağmen yürümeyi tercih ediyorum. Uzunu sayılmayacak bir yürüyüşten sonra önce Özgürlük Meydanı’na ardından da hostelworld’den ayırttıpım hostelin olduğu sokağa gidiyorum. Fakat sitedeki adreste hosteli göremeyince numarayı arıyorum. Fakat numarayı aradığımda hostel olmadığı cevabını alıyorum. Bunun üzerine şehrin ana damarı sayılan adını şehrin en ünlü şairlerinden birinden alan Rustaveli Caddesi’ne çıkıyorum. 
Bu arada yağmur iyice bastırıyor. Bense arkamda çanta hostel arıyorum. Bu sırada cadde üzerinde turizm ofisi görüyor ve hemen içeri girerek hostel soruyorum. Görevli hemen ofisin yanındaki küçük BHM Hostel’i gösteriyor. Bende zaman kaybetmeden yer olması ümidiyle hostele gidiyorum. Şansıma yer var. Hemen bir gece kalacağım için 20 lari vererek çantamı odaya bırakıyr ve kendimi dışarı atıyorum. Buz gibi bir hava ve yağmurun altında önce Rustaveli Caddesi’ni ardında da caddenin sonunda ki Özgürlük Meydanı’na oradan da Kura Nehri’nin iki yakasını birbirine bağlayan en güzel köprü olan Peace Bridge(Barış Köprüsü)’e iniyorum. 

                                             Özgürlük Meydanı
                               

    Burada biraz gezindikten sonra acıktığımı hissederek Rustaveli’nin diğer ucunda olan ve mimarisi ile şehre gelen her turisti kendine çeken ve benim dünyanın her yerinde vazgeçilmezim olan McDonalds’a gidiyorum. 

                                                  McDonald's

Burada karnımı bir güzel doyurarak (bir menü ortalama 12 lari) soğuk hava ve uykusuzluğun verdiği yorgunlukla hostele gitmek için tekrar Rustaveli Caddesi'ne çıkıyorum. Bu sırada hemen caddenin girişinde sol tarafta çok ucuza satılan hediyelik ve geleneksel eşyalar satılan standları görüyor; biraz göz gezdiriyorum. 

                                             Ne ararsan var :) 

Ardından da hostele dönüp biraz uyuyorum. Birkaç saat sonra uyandığımda hava kararmıştı ve bu şehri ışıklar içerisinde görmek için can atıyordum. Biri Ermeni diğeri Azeri olan hostel görevlilerinden biraz bilgi alarak dışarı çıkıyorum. Fakat dışarı çıktığıma bir süre pek sevinemiyorum. Çünkü hava gündüz olduğundan çok daha fazla soğuktu (-10). Ama ne olursa olsun bu şehri gece gezecektim.  Hemen kendimi Rustaveli Caddesi'ne atıyorum. Ve işte o zaman bu şehre ‘ışıklar şehri’ denmesinin ne kadar doğru olduğunu anlıyorum. Heryer ışıl ışıl parlıyordu. 

                                                Rustaveli Caddesi

Birkaç saat gezinip fotoğraf çekildikten sonra soğuk havanın iyice içime işlemesi nedeniyle tekrar McDonalds’a gidip bir şeyler dedikten sonra hostele dönüp günü sonlandırıyorum. 

                                         Manzara harika :) 

Ertesi sabah erkenden kalkıp çantamı resepsiyona bırakarak kendimi yine dışarı atıyorum. Bu sefer hedefimde ilk olarak şehirde yaşayanların dahi çoğunun bilmediği – farkında olmadığı, küçük bir ara sokak olan Sahavteli’de yer alan ilginç mimariye sahip saat kulesi var.  Shavteli Sokağı tarihi Kura Nehri’nin tarihi Tiflis tarafında kalan ve Baratashvili Köprüsü’nden yukarı çıkarken hemen sol tarafta kalan küçük bir ara sokak. 

                                                    Saat Kulesi

Bu güzel kuleciğide gördükten sonra artık yeni şehir olarak bilinen Kura Nehri’nin diğer tarafına geçiyorum. Burada ilk durağım gündüzleri şehrin alışveriş, geceleri ise eğlence hayatının olduğu Marjanishvili Caddesi oluyor. Geniş bir cadde olan burası sağlı sollu mağazalar ve restaurantlar ile uzayıp gidiyor. Burada birçok Türk restaurantı ve bir tanede McDonald's yer alıyor. 

                                       Marjanishvili'den bir kesit.

İnsana Kafkaslarda değilde Avrupa’da bir şehirdeymiş hissi uyandırıyor. Bu renkli caddeyi boydan boya gezdikten sonra ara sokaklardan ve şehre hakim bir noktaya kurulu olan başbakanlık sarayının önünden geçerek

                                         Başbakanlık Sarayı

 Tiflis’in (Gürcistan’ın) en büyük katedrali olan Sameba Katedrali’nin gidiyorum. Burası bir tepenin üzerine kurulu ve benim gibi yürümek isteyenler için tırmanış biraz yorucu oluyor. Dinlerine sıkı sıkıya bağlı olan Katolik Hristiyan olan Gürcistanlılar için çok önemli olan bu katedrale çıkarken birçok pazar yerinin içerisinden geçiliyor. Böylelikle yerel halkın en doğal yaşamına tanıklık edilmiş olunuyor.  

                                         Pazar tezgahları

Oldukça büyük olan katedralin içerisini gezebilir ve bahçesinden şehri kuşbakışı izleyebilirsiniz.  Burada bir süre şehir manzarasının tadını çıkardıktan sonra tekrar şehre iniyor ve Queen Tamar Caddesin’nin zirvesinde olan tren istasyonuna giderek akşamki Erivan trenine biletimi alıyorum. Ardından da küçük olmak kaydıyla son birkez şehri turlayarak hostele dönüp çantamı alıyorum. Ve tren istasyonuna geri dönmek için soğuk hava ve yorgunluğun verdiği etkiyle ilk ve sonkez metroyu kullanıyorum. 

                                                     Metro :)

 Görevlilerin İngilizce bilmemesi nedeniyle zorda olsa anlaraşarak yaklaşık 3 lariye biletimi alarak oldukca eski ve derin olan metroyla birlikte tren istasyonuna varıyorum. 

                                                Tren istasyonu.

Tren istasyonu küçük bir alışveriş merkezinde yer alıyor. En üst katta bilet satış ofisleri ve bekleme bölümüm var. Tren saati geldiğinde alışveriş merkezinin arka tarafına inilip trene biniliyor. Bu arada alışveriş merkezinin en alt katında küçük bir döviz ofisi bulunuyor. Tam saatinde kalkan tren ile akşam 8'de veda ediyorum ışıklar içerisindeki bu güzel şehire. 

Tiflis'te ilgimi en çok çeken şey insanların kitap okuma sevgisi oldu. Çoğu sokakta kitap satış tezgahları çok hoşuma gitti. 


                                                  İşte bunu çok sevdim.

Tiflis hemen Türkiye'nin yanı başında  İstanbul'dan uçakla yaklaşık 2,5 Trabzon ve Gürcistan'a yakın diğer şehirlerden otobüsle yaklaşık 10 - 12 saatte ulaşılabilen çok güzel bir şehir. 
Hafta sonu tatillerinde dahi iki günlüğüne gidilebilecek ışıklarla kaplı bu harika şehirin tüm misafirperverliği ile sizi ağırlayacağına emin olabilirsiniz.