Nisan 2013
Anlık bir kararla gerçekleştirdiğim
Sırbistan seyahatim Trabzon Havalimanı’nda şaka gibi bir olayla başladı…
Sabah 8:30'da Trabzon Havalimanı’nda ilkkez uçacağım Pegasus
Havayolları’nın check-in bankolarının önündeyim. Görevli pasaportumda vize
aramasına istinaden ‘Belgrad’a gitmek için vize gerekmediğini’ söylüyorum.
Fakat görevli pasaportumdaki Yeni Zelanda vizeme bakarak Belgrad’ın
Sırbistan’da değilde Yeni Zelanda’da olduğunu düşünerek vize kitapçığında Yeni
Zelanda’nın vize isteyip istemediğini bakması havayolu check-in görevlilerinin
işlerinden bir haber olduğunu gösteriyordu. Tabi check-in görevini yaptığı havayolunun uçtuğu ülkeleri bilmemeside ayrı bir trajedi!! Bu durumda acınacak hale gülümseyerek
Belgrad’ın Yeni Zelanda’da değilde
Sırbistan’da olduğunu söylememden sonra görevlilerin işlerinden bir haber olma
durumlarını çevirmek için ‘biz Yeni Zelanda vizesine öylesine bakıyoruz’ tarzı
söylemleri beni bir kere daha güldürüyor…
Neyse bu şaka gibi olaydan sonra biniş
kartlarımı alıyor ve önce İstanbul’a
ardından da 14:55’de kalkan ve yaklaşık 1 saat 20 dakika süren güzel bir
uçuştan sonra Belgrad’da ki Nikola Telsa Havalimanı’na iniyorum.
Sorgusuz bir şekilde pasaport kontrolünden
geçerek gümrüklü alandan çıkıyorum. Ardından hemen sol taraftaki döviz
bürosundan bir miktar para bozarak (1 euro 110 dinar) üst kata terminal 2
denilen yerin önüne çıkarak otobüs beklemeye koyuluyorum. Kısa bir bekleyişten
sonra 72 numaralı otobüs geliyor. Ön kapıdan binerek şoföre 170 dinar (3,5 lira) ödüyorum. Otobüs yeni şehirde neredeyse girmedik sokak bırakmayarak yaklaşık
45 dakika sonra Sava Nehri’nin diğer tarafını kaplayan eski şehre geçiyor. Köprüyü geçtikten sonra ilk durakta (bir sonraki durak hattın son durağı olan Zeleni Velac) inerek yaklaşık 5
dakika yürüyüşten sonra kalacağım yer olan Hostelche Hostel’e varıyorum. Biraz
dinlenmenin ardından kendimi dışarı atarak önce 2-3 dakika yürüme mesafesinde
olan Kalemegdan’a gidiyorum. Burada Sava ve Tuna nehirlerinin birleştiği yeri
gördükten sonra Sava Nehri’nin üzerinde bulunan Brankov Most Köprüsü’nden
geçerek şehrin en büyük alışveriş merkezi olan Usce’ye gidiyorum.
Sava ve Tuna nehirlerinin birleştiği yer.
Usce alışveriş merkezi
Biraz
alışverişten sonra dünyanın neresi olursa olsun vazgeçilmezim olan McDonalds’da
bir şeyler yiyerek tatlı bir yorgunlukla hostele dönüyorum. Rahat bir uykudan
sonra sabah erken uyanıyor ve eski şehrin görülesi yerlerini keşfetmek için
hostelden çıkıyorum. İlk durak şehrin simgesi ve Balkanlar’ın en büyük Ortodoks
kilisesi olan St. Sava var. Tarihi ana tren istasyonu ve insanlara ibret olsun diye restore edilmeyen Nato’nun
bombaladığı savunma bakanlığı binalarının önünden geçerek Slavija Meydanın’na
varıyorum.
İşte savunma bakanlığı binası
Ardından da St. Sava Katedrali’nin bulunduğu meydana gidiyorum. Tüm
ihtişamı ile ziyaretçilerini selamlayan bu görkemli katedralinin etrafında
biraz zaman geçirdikten sonra içerisine giriyorum.
St. Sava Katedrali
Fakat içerisi halen inşaat
halinde olduğu öyle bir bakınıp çıkıyor ve tekrar Slavija Meydanı’na dönerek bu
sefer meydanın diğer tarafından şehrin en büyük ikinci katedrali olan St.
Mark’s Kilisesi’ne gidiyorum.
St. Mark's Kilisesi
Bu kilise aynı zamanda şehrin gençlerinin gece –
gündüz zaman geçirdiği ve insanların dinlendiği büyük bir parkın yanında yer
alıyor. Benim gibi burada veya şehrin her yerine yayılmış onlarca parktan
birinde dinlenebilirsiniz. Kısa bir dinlenmeden sonra ülke parlamentosu ve
başbakanlık binasının önünden geçerek şehir merkezi olarak kabul edilen
Cumhuriyet Meydanı’na varıyorum.
Parlamento Binası
Sırbistan Ulusal Müzesi ve ulusal tiyatro
binası da Cumhuriyet meydanında yer alıyor.
Ulusal müze
Ulusal tiyatro binası
Meydan da oturmuş güneşin tadını çıkarırken
gelen çello sesine kula veriyor ve sesin
geldiği yer olan şehrin ana caddesi Knez Mihajlova’ya yürüyorum. Burada
mükemmel bir gösteri izledikten sonra Knez Mihajlova Caddesi’ni adımlamaya
başlıyorum.
Knez Mihajlova Caddesi
Burası İstanbul’un İstiklal Caddesi konseptinde; sağlı sollu mağazalar
var. Fakat çok daha düzenli ve temiz. Caddeyi bir ucdan diğer uca yürüdükten
sonra hemen caddenin sonunda yer alan Kalemegdan’a giderek surların üzerinde
güneşin batışını izliyorum. Bu eşsiz andan sonra bu seferde gece fotoğrafları çekmek
için şehri tekrar turluyorum. Ardından da tatlı bir yorgunlukla hostele
dönüyorum. Tatlı bir uykudan sonra bu sefer yeni şehri ve Zemun’u gezmek için
erkenden uyanıyorum. Kahvaltı sonrası kendimi yine dışarı atıyor ve önce Sava
nehri kıyısında biraz yürüyüş yapıp
Sava Nehri kıyısında insanların spor yaptığı ve keyif yaptığı
onlarca kilometre uzunlğundaki yoldan bir kesit
ardından da Usce alışveriş merkezinin hemen
yanındaki eski bakanlıklar şimdiki otel olan binanın önünden geçerek yeni
şehirde geziniyorum. Sonrasında da Janos Hunyadi’s Kulesi’ni görmek için yola
koyuluyorum. Şehir insanının yaşantısına daha yakından şahit olduğum uzun bir
yürüyüşten sonra hedefime varıyorum.
Zemun'a giderken yol üzerinde ki küçük restaurantlar.
Janos Hunyadi's Kulesi
Küçük bir tepenin üzerine kurulmuş kuleyi
ve arka tarafındaki mükemmel şehir manzarasını gördükten sonra akşam olmasından
dolayı eski şehre geri dönüyorum.
Ertesi gün sabah tren istasyonuna gidiyorum.
Burada saat 10 treni ile yaklaşık bir buçuk saat süren rahat bir yolculuktan
sonra Sırbistan’ın en bilinen ikinci şehri olan Novi Sad’a varıyorum.
Novi Sad tren istasyonu
Burası
Cumhuriyet Meydanı’nda ki St. Mary
Kilisesi ve Tuna Nehri kıyısındaki Petrovaradin Kalesi ile turistleri
kendine çeken küçük bir şehir. Zaman kaybetmeden hemen tren istasyonundan
çıkarak istasyonun önünden başlayıp Tuna Nehri’ne kadar uzayan Oslobodenja
Caddesi’nde yürümeye başlıyorum. Burası şehrin en geniş ve büyük caddesi. Sağlı
sollu alış veriş mağazaları ile dolu. Hatta şehir merkezine doğru giderken sağ
tarafta çok şık bir Türk baklavacısı bile var.
Novi Sad'da bir Türk baklavacısı :)
Bir süre bu caddede yürüdükten
sonra sağa – Jevrejska Caddesi’ne dönüyorum. Kısa bir cadde olan burası beni
Cumhuriyet Meydanı’na ulaştırıyor. Hemen meydanda yer alan McDonalds’da bir
şeyler yedikten sonra aşırı sıcakta meydanda biraz zaman geçirip St. Mary
Kilisesi’nin fotoğraflarını çekiyorum.
St. Mary Kilisesi
Belediye binası
Ardından da kilesenin sağ tarafında ki
kafelerle dolu yoldan yürüyerek sağa dönüyorum. Burası renkli ve tarihi evleri
ile çok güzel bir görüntüsü olan Dunavska Sokağı.
Dunavska Sokağı
Bu güzel sokaktan ve sokak
bitimindeki Dunavski Parkı’ndan geçerek Tuna kıyısına çıkıyorum. Amacım nehrin
diğer tarafındaki Petrovaradin Kalesi’ne gitmek.
Tuna kıyısında Petrovaradin Kalesi
Bunun içinde Varadin Köprüsün’den geçerek nehrin diğer tarafına varıyorum. Fakat daha bitmedi; o sıcakta birde kaleye çıkan yolu tırmanmak gerek. Bende sıcağın altında pek kolay olmayan bir şekilde tırmanarak kaleye varıyorum. Burası içerisinde bir saat kulesi, iki kafe ve birçok otel olan oldukça büyük bir kale.
Tuna kıyısında Petrovaradin Kalesi
Bunun içinde Varadin Köprüsün’den geçerek nehrin diğer tarafına varıyorum. Fakat daha bitmedi; o sıcakta birde kaleye çıkan yolu tırmanmak gerek. Bende sıcağın altında pek kolay olmayan bir şekilde tırmanarak kaleye varıyorum. Burası içerisinde bir saat kulesi, iki kafe ve birçok otel olan oldukça büyük bir kale.
Saat kulesi
Zaman kaybetmeden şehre bakan
bir noktaya giderek biraz dinleniyorum.
Kaleden Varadin Köprüsü ve şehir manzarası
Ardından da kaleyi gezerek şehre
dönüyorum. Görmek istediğim yerleri gördüğüm için tren istasyonuna gidiyor ve
ilk trenle Belgrad’a dönüyorum.
Erken uyumanın ardından dönüş günüme erkenden
uyanıyorum. Kahvaltı sonrası zaman kaybetmeden her şehirde olduğu gibi buradan da
magnet ve üzerinde şehrin ismi yazan bir eşya almak için dışarı çıkıyorum.
Ayrıca benim için bir ilkide gerçekleştirecektim; bir arkadaşıma kartpostal
yollayacaktım. Dışarı erken çıkmış olduğumdan dolayı ne Knez Mihajlova
Caddesi’nde ki nede Kalemegdan’da ki hediyelik eşya satan yerler açılmamıştı.
Knez Mihajlova'da ki hediyelik eşya
Biraz gezinip zaman geçirdikten sonra açılan ilk yerden almak istediklerimi
alarak arkadaşıma kartpostalını yolluyorum. Böylelikle şehirde istediğim her
yeri görmüş ve istediğim her şeyi yapmış olarak hostele dönüp hazırlanıyorum.
Sonrasında da geldiğim gibi otobüsle havalimanına dönerek Sırbistan macerama
noktalıyorum.
Avrupa'da kısa bir tatil yapmak istiyor; fakat vize ve evraklarla uğraşmak istemiyorsanız Sırbistan kesinlikle bu tatil için güzel bir alternatif olacaktır. Vize gerekmeyen ve Avrupa standartlarında ki Sırbistan misafirlerini bekliyor.
Birkaç not;
-- Nikola
Telsa Havalimanı’ndan şehre belediye otobüsleri ile ulaşıldığı gibi Türkiye’de
ki havaş tarzı bir firmanın otobüsleri ilede ulaşılabiliyor. Belli aralıklarla
otobüsleri var. Fiyatları 300 dinar ve ana tren istasyonunun önünden geçerek
Slavija Meydanı’na gidiyor.
-- Belediye
otobüsleri ve tramvaylar gece geç saatlere kadar şehrin her yerine çalışıyor.
Her iki taşıta da ister ön ister arka kapıdan binebiliyorsunuz. Ve ücretsiz
olarak yolculuk yapabiliyorsunuz. Parasını verip vermemek sizin insiyatifinize
kalmış.
-- Otobüs terminali ana tren istasyonunun hemen yanında. Sırbistan’ın her
yerine ve Avrupa’nın birçok şehrine otobüs var.
-- Aynı
şekilde Sırbistan’ın her yerine ve Avrupa’nın birçok yerine direk trenlerde
var.
-- Ülke içi trenlerde fazla lüks beklememek gerek. Trenin bağlı olduğu firmaya göre aynı şehre bile fiyatlar değişiklik gösterebiliyor.
-- Pizzaları
çok lezzetli. Genelde pizzalar 4 veya 6 ya bölünüyor. Bir dilimi 80 veya 100
dinara satılıyor. Ve karın doyurucular.
-
-- McDonalds
şehrin her yerinde var. Orta boy bir menü 425 dinar yaklaşık 9,5 lira. Şehirde
en pahalı yeme yerleri McDonaldslar.
-- Alış
veriş severler için Usce doğru bir yer. Dünyanın birçok ünlü markasının şubesi
burada bulunuyor. Ayrıca Knez Mihajlova Caddesi’de alışveriş severler için iyi
bir seçenek.
--İnsanları son derece yardımsever. Özellikle gençlerinin çoğu çok iyi olmasa da İngilizce biliyorlar.